11 Aralık 2023 Pazartesi

İNSAN HAKLARININ TARİHSEL SÜRECİ VE AİHS 2. MADDE KAPSAMINDA YAŞAM HAKKI

 

Bir tarafta kralın, bir tarafta kilisenin baskısı altında yaşayan Orta Çağ toplumunun her türlü haktan ve özgürlükten yoksun olduğu konusu tartışmasızdır. Ancak bu dönem ve sonrasında ortaya çıkan bazı belgeler ve gelişmeler insan haklarının doğuşunda ve gelişmesinde çok önemli rol oynamıştır.

Magna Carta Libertatum, Petition of Rights (Haklar Dilekçesi), Habeas Corpus Act, Bill of Rights (Haklar Bildirisi) İngiltere’de ortaya çıkan belgelerden yalnızca birkaçıdır. Avrupa’da insan hakları üzerine Fransa’da da çeşitli gelişmeler yaşanmaktaydı. Bunların en önemlisi Fransız Devrimi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesidir. Bildirgenin devamında çıkarılan Fransız Anayasası insan hakları konusunda atılan önemli adımlardandır. Ayrıca Osmanlı topraklarında da sırasıyla gelen Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi de toplumumuzdaki insan hakları gelişmelerindendir.

1215 yılında İngiltere’de ortaya çıkan Magna Carta Libertatum, devlet otoritesinin özgürlükler lehine kısıtlandığı ilk metin olarak kabul edilmektedir. İnsan haklarının korunması düşüncesinin ilk uygulamalı örneğidir. Magna Carta, insan hakları bakımından kişi dokunulmazlığı ve güvenliği konusunda yaptığı düzenlemelerle güvence sağlamıştır. Keyfi tutuklamalara, haksız yakalamalara karşı kişilerin güvencede olmasını ele almıştır. Aynı zamanda yasal olmayan vergi tahsilatını engellemiştir. Bunların yanı sıra günümüzde de insan haklarının en önemli güvencesi olan suç ve cezada orantılılık, güvenilir ve gerçek deliller olmadan yargılamanın yapılamayacağı maddeleri de Magna Carta Libertatum’un insan hakları bakımından çok önemli bir yere sahip olduğunun kanıtı niteliğindedir.

Magna Carta’nın devamında ortaya çıkan Petition of Rights (1628), Habeas Corpus Act (1679), Bill of Rights (1689), insan hakları ve özgürlüklerinin kapsamını sürekli olarak genişletmiş ve geliştirmiştir.

Petition of Rights (Haklar Dilekçesi) de Magna Carta’dan farklı olarak, metinde tanınan hakların sınıfsal değil bütün İngiliz halkı için geçerli olacağını temin etmiştir.

            Bill of Rights ile birlikte artık kral parlamentonun onayını almadan ne savaş açabiliyordu ne de ülkenin dışına çıkabiliyordu. Günümüzde benimsenen temek haklar ve özgürlükler Bill of Rights ile iyice şekillenmeye başlamıştır.

            1789 Fransız Devrimi’nden önce uzun yıllardan beri ayrıcalıklı konumda olan soylular bulundukları konumu kaybetmemek adına çeşitli krizleri ortaya çıkarmış ve özellikle mali gelişmelere karşı çıkmışlardır. 1789 yılında köylülerin de desteğini alan burjuvalar, doğal haklar kuramından beslenerek Fransız Devrimi’ni gerçekleştirmiştir. Devrim’in ardından Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni ilan etmiştir. Bildirge, insanın sadece insan olarak doğmasıyla doğal haklara sahip olduğunu kabul eder. Bildiri 17 maddeden oluşur ve temelini “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” kavramlarından alır. Bildirinin bir diğer ayırt edici noktası da İngiliz belgelerinin aksine tüm insanlık için ilan edilmiş olmasıdır.

            Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin oluşumunda J.J. Rousseau, Montesquieu gibi düşünürler kadar 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin etkisinin varlığı da tartışmasızdır.

            Tüm bunların devamında gelen, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan kölelik karşıtı hareketler, demokrasi mücadelesi, genel oy ilkesi, kadın hareketleri yoğunlaşarak insan hakları mücadelesi ayrı bir boyut kazanmıştır.

            20. yüzyılda Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Milletler Cemiyeti de dünya üzerinde var olan azınlıkların korunması, uluslararası barışının sağlanması, halkların kendi kaderini belirlemesi haklarını amaçlamıştır.

            İkinci Dünya Savaşı sonrasında 24 Ekim 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler ise dünya barışını ve güvenliğini korumayı toplumsal ve kültürel bir iş birliği ile amaç edinmiş uluslararası bir kuruluştur. Birleşmiş Milletler, çeşitli kurullardan ve konseylerden olur. Güvenlik Konseyi aracılığıyla, yaşanan ağır insan hakları ihlalleri ve bu ihlaller sonucunda meydana gelen insanlığa karşı suçları Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) havale etmektedir.

            Birleşmiş Milletler, insan hakları kavramının evrensel bir hale gelmesini sağlamış ve insan haklarının gelişmesi, korunması ve uygulanması konusunda da önemli rol oynamıştır. 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, modern insan hakları çalışmalarının temel kaynağı haline gelmiştir.

            Yine İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’daki büyük tahribatı düzeltmek adına, bölgesel bir örgüt olarak Avrupa Konseyi kurulmuştur. 5 Mayıs 1949 tarihinde imzalanan Avrupa Konseyi Statüsü, Konsey’in kurucu anlaşmasıdır. Statü’nün 1. maddesinde konseyin amacı belirlenmiştir. Bu madde bağlamında, “Avrupa Konseyi’nin amacı, üyeleri arasında, ortak mirasları olan ülkü ve ilkeleri korumak ve yaymak ve siyasi, ekonomik ilerlemeleri sağlamak amacıyla daha sıkı bir birlik yaratmaktır.” şeklinde belirlenmiştir. Bu amaç gerçekleştirilirken hukukun üstünlüğü ve kendi yetki alanında bulunan herkesin insan haklerinden ve temel özgürlüklerden yararlanmayı sağlama yükümlülüğünü de Statü’nün 3. maddesiyle güvence altına alınmıştır.

            Avrupa Konseyi tarafından 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde bulunan hakları güvence altına almak amacıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşme, 59 madde ve ek protokollerden oluşmaktadır.

            Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin ilk bölümü temel hak ve özgürlükleri ele alır. İkinci bölümünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kuruluşu, yetkileri ve yapısı ele alınırken; üçüncü bölüm ise çeşitli hükümleri kapsamaktadır.

Sözleşme metninde düzenlenen temel bazı haklar şunlardır:

    1.     Yaşam Hakkı (madde 2)

    2.     İşkence Yasağı (madde 3)

    3.     Kölelik ve Zorla Çalıştırma Yasağı (madde 4)

    4.     Özgürlük ve Güvenlik Hakkı (madde 5)

    5.     Adil Yargılanma Hakkı (madde 6)

    6.     Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesi (madde 7)

    7.     Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı (madde 8)

    8.     Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü (madde 9)

    9.     İfade Özgürlüğü (madde 10)

    10.  Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü (madde 11)

    11.  Evlenme Hakkı (madde 12)

    12.  Eğitim Hakkı (Ek 1 nolu protokol madde 2)

    13.  Etkili Başvuru Hakkı (madde 13)

    14.  Ayrımcılık Yasağı (madde 14)

Sözleşme’nin 15. maddesi olağanüstü durumlarda söz konusu yükümlülüklerin askıya alınması düzenlenmiştir. Ancak önemle belirtmek gerekmektedir ki olağanüstü hallerde dahi yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik yasağı, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi askıya alınamaz.

YAŞAM HAKKI (AİHS MADDE 2)

Maddeye göre:

“1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.

2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;

b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;

c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması.”

            Yaşam hakkı dediğimiz zaman aklımıza hep şu soru gelir, yaşam hakkı mutlak mıdır? Öncelikle, yaşam yoksa hiçbir hak yoktur. Aynı zamanda AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının ve 3. maddesinde düzenlenen işkence yasağının, Avrupa Konseyi’ni oluşturan demokratik toplumların temel değerlerini oluşturduğunu söyler. Yine AİHM, Keesler ve Krenz v. Almanya kararında, yaşama hakkının insanın devredilmez bir öz niteliği olduğunu, insan hakları hiyerarşisinde üstün bir değeri oluşturduğunu ifade eder.

            Ancak maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden şunu anlarız ki yaşam hakkı mutlak bir hak değildir. Zira yaşam hakkına müdahalenin AİHS’e uygun bulunabileceği ya da haklı görülebileceği istisnalar söz konusudur.

            Yaşam hakkının öznesini sözleşmeci taraf devletlerin egemenlik alanında bulunan tüm bireyler oluşturur. Yaşam hakkı konusunda bir ihlalin yapıldığını tespit etmek için de üç aşamaya ihtiyacımız vardır. Öncelikle maddenin somut olaya uygulanabilir olması gerekmektedir. Daha sonra taraf devletin yaşama hakkına müdahalede bulunduğunun kanıtlanmış olması gerekmektedir. Son olarak da devletin yükümlülüklerine aykırı davranmış olmasına ihtiyacımız vardır ki bir devletin yaşam hakkını ihlal ettiğinden bahsedebilelim.

            Yaşam hakkını içeren 2. maddenin uygulanabilir olması için yaşama hakkını kullanmakta olan bir bireyden bahsetmemiz gerekmektedir. Buna ek olarak yaşama hakkının koruma alanına kamu makamları tarafından bir eylemle veya ihmali bir biçimde müdahalede bulunulmuş olmasına ihtiyacımız vardır. Aynı zamanda bireyin ölümü doğal olmayan bir şekilde gerçekleşmelidir.

Devletin yükümlülükleri derken bahsettiğimiz şey şudur; AİHS m.2’yi yorumladığımızda devletin negatif bir yükümlülüğü olduğunu, pozitif bir yükümlülüğü olduğunu ve pozitif nitelikte bir usulü yükümlülüğü olduğu sonucuna varıyoruz. Negatif yükümlülük öldürmemeyi, pozitif yükümlülük yaşamı korumayı ve pozitif nitelikteki usulü yükümlülük de soruşturma yükümlülüğünü içermektedir. Söz konusu yükümlülüklere aykırı bir davranılın varlığı halinde mahkeme ihlal kararı vermektedir.

 

Stj. Av. Bilge Sultan BAKİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.