Bir tarafta kralın, bir tarafta kilisenin baskısı altında yaşayan Orta Çağ toplumunun her türlü haktan ve özgürlükten yoksun olduğu konusu tartışmasızdır. Ancak bu dönem ve sonrasında ortaya çıkan bazı belgeler ve gelişmeler insan haklarının doğuşunda ve gelişmesinde çok önemli rol oynamıştır.
Magna Carta Libertatum, Petition of Rights (Haklar Dilekçesi), Habeas Corpus Act, Bill of Rights (Haklar Bildirisi) İngiltere’de ortaya çıkan belgelerden yalnızca birkaçıdır. Avrupa’da insan hakları üzerine Fransa’da da çeşitli gelişmeler yaşanmaktaydı. Bunların en önemlisi Fransız Devrimi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’dir. Bildirgenin devamında çıkarılan Fransız Anayasası insan hakları konusunda atılan önemli adımlardandır. Ayrıca Osmanlı topraklarında da sırasıyla gelen Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi de toplumumuzdaki insan hakları gelişmelerindendir.
1215
yılında İngiltere’de ortaya çıkan Magna Carta Libertatum, devlet
otoritesinin özgürlükler lehine kısıtlandığı ilk metin olarak kabul
edilmektedir. İnsan haklarının korunması düşüncesinin ilk uygulamalı örneğidir.
Magna Carta, insan hakları bakımından kişi dokunulmazlığı ve güvenliği
konusunda yaptığı düzenlemelerle güvence sağlamıştır. Keyfi tutuklamalara,
haksız yakalamalara karşı kişilerin güvencede olmasını ele almıştır. Aynı
zamanda yasal olmayan vergi tahsilatını engellemiştir. Bunların yanı sıra günümüzde
de insan haklarının en önemli güvencesi olan suç ve cezada orantılılık,
güvenilir ve gerçek deliller olmadan yargılamanın yapılamayacağı maddeleri de
Magna Carta Libertatum’un insan hakları bakımından çok önemli bir yere sahip
olduğunun kanıtı niteliğindedir.
Magna
Carta’nın devamında ortaya çıkan Petition of Rights (1628), Habeas Corpus Act
(1679), Bill of Rights (1689), insan hakları ve özgürlüklerinin kapsamını
sürekli olarak genişletmiş ve geliştirmiştir.
Petition
of Rights (Haklar Dilekçesi) de Magna Carta’dan farklı olarak, metinde tanınan
hakların sınıfsal değil bütün İngiliz halkı için geçerli olacağını temin
etmiştir.
Bill of Rights ile birlikte artık kral parlamentonun
onayını almadan ne savaş açabiliyordu ne de ülkenin dışına çıkabiliyordu.
Günümüzde benimsenen temek haklar ve özgürlükler Bill of Rights ile iyice
şekillenmeye başlamıştır.
1789 Fransız Devrimi’nden önce uzun yıllardan beri
ayrıcalıklı konumda olan soylular bulundukları konumu kaybetmemek adına çeşitli
krizleri ortaya çıkarmış ve özellikle mali gelişmelere karşı çıkmışlardır. 1789
yılında köylülerin de desteğini alan burjuvalar, doğal haklar kuramından
beslenerek Fransız Devrimi’ni gerçekleştirmiştir. Devrim’in ardından Fransız
İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni ilan etmiştir. Bildirge, insanın sadece
insan olarak doğmasıyla doğal haklara sahip olduğunu kabul eder. Bildiri 17
maddeden oluşur ve temelini “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” kavramlarından
alır. Bildirinin bir diğer ayırt edici noktası da İngiliz belgelerinin aksine
tüm insanlık için ilan edilmiş olmasıdır.
Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin
oluşumunda J.J. Rousseau, Montesquieu gibi düşünürler kadar 1776 Amerikan
Bağımsızlık Bildirgesi’nin etkisinin varlığı da tartışmasızdır.
Tüm bunların devamında gelen, özellikle 18. ve 19.
yüzyıllarda ortaya çıkan kölelik karşıtı hareketler, demokrasi mücadelesi,
genel oy ilkesi, kadın hareketleri yoğunlaşarak insan hakları mücadelesi ayrı
bir boyut kazanmıştır.
20. yüzyılda Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Milletler
Cemiyeti de dünya üzerinde var olan azınlıkların korunması,
uluslararası barışının sağlanması, halkların kendi kaderini belirlemesi
haklarını amaçlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında 24 Ekim 1945 yılında
kurulan Birleşmiş Milletler ise dünya barışını ve güvenliğini
korumayı toplumsal ve kültürel bir iş birliği ile amaç edinmiş uluslararası bir
kuruluştur. Birleşmiş Milletler, çeşitli kurullardan ve konseylerden olur.
Güvenlik Konseyi aracılığıyla, yaşanan ağır insan hakları ihlalleri ve bu
ihlaller sonucunda meydana gelen insanlığa karşı suçları Uluslararası Ceza
Mahkemesi’ne (UCM) havale etmektedir.
Birleşmiş Milletler, insan hakları kavramının evrensel
bir hale gelmesini sağlamış ve insan haklarının gelişmesi, korunması ve
uygulanması konusunda da önemli rol oynamıştır. 10 Aralık 1948 tarihinde
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen Evrensel İnsan Hakları
Beyannamesi, modern insan hakları çalışmalarının temel kaynağı haline
gelmiştir.
Yine İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’daki büyük
tahribatı düzeltmek adına, bölgesel bir örgüt olarak Avrupa Konseyi
kurulmuştur. 5 Mayıs 1949 tarihinde imzalanan Avrupa Konseyi Statüsü, Konsey’in
kurucu anlaşmasıdır. Statü’nün 1. maddesinde konseyin amacı belirlenmiştir. Bu
madde bağlamında, “Avrupa Konseyi’nin amacı, üyeleri arasında, ortak
mirasları olan ülkü ve ilkeleri korumak ve yaymak ve siyasi, ekonomik
ilerlemeleri sağlamak amacıyla daha sıkı bir birlik yaratmaktır.” şeklinde
belirlenmiştir. Bu amaç gerçekleştirilirken hukukun üstünlüğü ve kendi yetki
alanında bulunan herkesin insan haklerinden ve temel özgürlüklerden
yararlanmayı sağlama yükümlülüğünü de Statü’nün 3. maddesiyle güvence altına
alınmıştır.
Avrupa Konseyi tarafından 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde bulunan hakları güvence altına almak
amacıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşme, 59 madde ve ek protokollerden
oluşmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin ilk bölümü
temel hak ve özgürlükleri ele alır. İkinci bölümünde Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin kuruluşu, yetkileri ve yapısı ele alınırken; üçüncü bölüm ise
çeşitli hükümleri kapsamaktadır.
Sözleşme
metninde düzenlenen temel bazı haklar şunlardır:
1.
Yaşam Hakkı (madde 2)
2.
İşkence Yasağı (madde 3)
3.
Kölelik ve Zorla Çalıştırma Yasağı (madde
4)
4.
Özgürlük ve Güvenlik Hakkı (madde 5)
5.
Adil Yargılanma Hakkı (madde 6)
6.
Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesi (madde
7)
7.
Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı (madde
8)
8.
Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü (madde 9)
9.
İfade Özgürlüğü (madde 10)
10.
Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü (madde
11)
11.
Evlenme Hakkı (madde 12)
12.
Eğitim Hakkı (Ek 1 nolu protokol madde 2)
13.
Etkili Başvuru Hakkı (madde 13)
14.
Ayrımcılık Yasağı (madde 14)
Sözleşme’nin
15. maddesi olağanüstü durumlarda söz konusu yükümlülüklerin askıya alınması
düzenlenmiştir. Ancak önemle belirtmek gerekmektedir ki olağanüstü
hallerde dahi yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik yasağı, kanunsuz suç ve ceza
olmaz ilkesi askıya alınamaz.
YAŞAM
HAKKI (AİHS MADDE 2)
Maddeye
göre:
“1.
Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı
bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi
dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.
2.
Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç
kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş
sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasa dışı
şiddete karşı korunmasının sağlanması;
b) Bir kimsenin usulüne
uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu
bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;
c) Bir ayaklanma veya
isyanın yasaya uygun olarak bastırılması.”
Yaşam hakkı dediğimiz zaman aklımıza hep şu soru gelir,
yaşam hakkı mutlak mıdır? Öncelikle, yaşam yoksa hiçbir hak yoktur. Aynı
zamanda AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının ve 3.
maddesinde düzenlenen işkence yasağının, Avrupa Konseyi’ni oluşturan demokratik
toplumların temel değerlerini oluşturduğunu söyler. Yine AİHM, Keesler ve
Krenz v. Almanya kararında, yaşama hakkının insanın devredilmez bir öz
niteliği olduğunu, insan hakları hiyerarşisinde üstün bir değeri oluşturduğunu
ifade eder.
Ancak maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden
şunu anlarız ki yaşam hakkı mutlak bir hak değildir. Zira yaşam hakkına
müdahalenin AİHS’e uygun bulunabileceği ya da haklı görülebileceği istisnalar
söz konusudur.
Yaşam hakkının öznesini sözleşmeci taraf devletlerin
egemenlik alanında bulunan tüm bireyler oluşturur. Yaşam hakkı konusunda bir
ihlalin yapıldığını tespit etmek için de üç aşamaya ihtiyacımız vardır.
Öncelikle maddenin somut olaya uygulanabilir olması gerekmektedir. Daha sonra
taraf devletin yaşama hakkına müdahalede bulunduğunun kanıtlanmış olması
gerekmektedir. Son olarak da devletin yükümlülüklerine aykırı davranmış
olmasına ihtiyacımız vardır ki bir devletin yaşam hakkını ihlal ettiğinden
bahsedebilelim.
Yaşam hakkını içeren 2. maddenin uygulanabilir olması
için yaşama hakkını kullanmakta olan bir bireyden bahsetmemiz gerekmektedir.
Buna ek olarak yaşama hakkının koruma alanına kamu makamları tarafından bir
eylemle veya ihmali bir biçimde müdahalede bulunulmuş olmasına ihtiyacımız
vardır. Aynı zamanda bireyin ölümü doğal olmayan bir şekilde gerçekleşmelidir.
Devletin
yükümlülükleri derken bahsettiğimiz şey şudur; AİHS m.2’yi yorumladığımızda
devletin negatif bir yükümlülüğü olduğunu, pozitif bir yükümlülüğü olduğunu ve
pozitif nitelikte bir usulü yükümlülüğü olduğu sonucuna varıyoruz. Negatif
yükümlülük öldürmemeyi, pozitif yükümlülük yaşamı korumayı ve pozitif
nitelikteki usulü yükümlülük de soruşturma yükümlülüğünü içermektedir. Söz
konusu yükümlülüklere aykırı bir davranılın varlığı halinde mahkeme ihlal
kararı vermektedir.
Stj.
Av. Bilge Sultan BAKİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.