SU HUKUKU
Su, yaşam için alternatifi olmayan bir unsurdur. En eski zamanlarından
beri, toplumların su kaynaklarının yakınlarına yerleşmeleri, yine toplumların
su kaynaklarını paylaşmak veya daha fazla yararlanabilmek adına mücadelelere
girmeleri su kaynaklarının insan yaşamı için kadim zamanlardan bu yana
vazgeçilmez olduğunu gözler önüne sermektedir. Toplumlar yerleşik yaşama
geçilmesiyle birlikte bu eşsiz kaynağın korunması için çeşitli kurallar koyarak
günümüz su hukukunun temellerini atmıştır.
Su kaynaklarının taşıdığı önem sanayileşme ile beraber artış
göstermiştir. Nüfus artışı, sanayileşme ve kentleşme olguları bir taraftan
büyük kentlerde su yetersizliğine yol açarken, diğer taraftan özellikle kent
çevresindeki yüzeysel su kaynaklarının yoğun kirlenmesine neden olmaktadır. Günümüzde tüm dünyada ve ülkemizde sürdürülen bu tüketim
anlayışı ve üretimdeki hatalı tercihlerin yanı sıra sürülen yaşam tarzı
anlayışı, yanlış kentleşmenin sonucu olarak su sorunu baş göstermeye
başlamıştır. Gelinen son noktada dünya çapında artık temiz ve içilebilir suya
ulaşmak günden güne zorlaşmakta, daha da pahalılaşmaktadır.
·
Temel Bir İnsan Hakkı Olarak Su Hakkı
Varlığı sınırlı kalan
“kaliteli” ve “doğal” suya ulaşma
ihtiyacı, temel bir insan hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerek ülkemizde gerekse
uluslararası boyutta kamuoyu ve kamu
politikası aktörünün odağı haline gelmektedir. Uluslararası boyutta suya verilen önemi Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nun 1933 yılında 22 Mart gününü Dünya Su Günü olarak ilan etmesinden de
görebilmekteyiz.
Yaşam için vazgeçilmez olan Su hakkı, 1949
tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve bunların Ek Protokollerinde devletlere ve
silahlı çatışmanın diğer taraflarına savaş mahkûmlarının, enterne edilen
insanların ve sivil halkın suya erişimine saygı gösterme ve erişimini sağlama
yükümlülüğü getirilerek dolaylı olarak öngörülmüştür.
Bir başka uluslararası sözleşme olarak ise, Afrika Çocuk Hakları ve Esenliği Şartı 14. maddesinde açıkça taraf devletlerin her çocuğun güvenilir içme suyuna ulaşmasını sağlaması gerektiği yönünde bir sorumluluk yüklemiştir. 1977 yılında su hakkı, Mar Del Plata Birleşmiş Milletler Su Konferansı’nın karar metninde kavram olarak kullanılarak, ilk kez uluslararası bir belgede yer almıştır. Yine Birleşmiş Milletler tarafından 1979 tarihinde kabul edilen Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme 14. maddesi ise içme suyu hizmetleriyle ilgili uygun yaşam standartlarından yararlanma hakkını düzenleyerek, dolaylı olarak su hakkına yer vermiştir. Bu haliyle bahsi geçen sözleşme ile su hakkının BM tarafından tanınan temel bir insan hakkı olma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Su hakkının bir insan hakkı olarak tanınmasında en önemli belge olarak karşımıza Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesinin Kasım 2002 tarih 15 no’lu Genel Yorum’u çıkmaktadır. Bu belge kavramsal ve normatif olarak su hakkının tanımlanmasında birincil belge olma niteliğini taşımaktadır.
· Su Hukukunun Tarihsel Gelişimine Bakış
Tarihin bilinen en eski yazılı hukuk kuralları olan Babil
Kralı Hammurabi Kanunlarında, su hakları ve su kaynaklarından yararlanma
konusunda düzenlemelere yer verilmiştir. Yer alan düzenlemelerde “Bir kimse sahibi olduğu su bendinin bakımını
yapmayarak, yıkılmasına neden olup diğer kişilerin ürünlerine zarar verirse,
malları satılarak, yeterli olmazsa kendisi
köle olarak satılarak zarar tazmin edilir”, “Sulama yapan bir çiftçinin dikkatsizlik sonucu
komşu tarlalara zarar vermesi durumunda zararı öder” ve “Başkasının arazisine su basmasına neden olan kişi her 10 Gan alan için 10 Gur miktarında mısır öder” su kaynaklarının doğru kullanımına, su yapılarının emniyetinin sağlanmasına büyük önem verildiğini gözler
önüne sermektedir.
Öte yandan Roma Hukuku döneminde ise, yalnızca devamlı akan
akarsular özel mülkiyet dışında bırakılarak, diğer tür sular toprağın mütemmim
cüzi sayılmış, suyun bulunduğu toprağın sahibi
olan malik su üzerinde de tasarrufta bulunmaya yetkili olarak
görülmüştür. Germen Hukukunda ise, sular
ve kaynaklar üzerindeki haklar topluluğun ve eyaletin malı olarak kabul
edilmiştir.
Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, su kaynakları yönünden geçmiş hukuki düzenlemelerin bilinmesi bugünün perspektifinden de önem arz etmektedir. Öyle ki Yargıtay hukuk daireleri önlerine gelen çeşitli su kaynaklarını konu olan hukuki uyuşmazlıklar açısından, kadim hakları dikkate alarak hüküm kurmuşlardır. Bu hususa örnek olarak Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 4313 Esas, 1670 Karar 02/04/1964 tarih sayılı kararında “Mahkemece dinlenmiş olan bilirkişilerden ve şahitlerden davacıların bu suda kadim hakları olup olmadığının ve bu kadim yolda bir hak varsa mahiyet ve miktarının, yani kadimden beri ne kadar su ile ne şekilde ve ne miktar arazi suladıklarının tespiti icap eder” denerek, Mecelle’nin düzenleme altına aldığı ve Osmanlı hukukunda yer alan su kaynaklarına sahiplik noktasında önem arz eden kadim hak kavramına yer vermiştir.
· Türk Hukukunda Suyun Korunmasına Dair Düzenlemeler
Türk Hukukundaki gelişimine gelindiğinde ise; ulusal su
hukukunun temeli Anayasa madde 168’de “Tabii servetler ve kaynaklar devletin
hüküm ve tasarrufu altındadır.” denilerek sudan yararlanma hakkının tüm topluma
ait olduğunu belirtmiş devamında ise “Bunların
aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzel
kişilere devredebilir.” denilerek su kullanım ve tasarruf hakkının geçici
süreliğine gerçek ve/veya tüzel kişilere devredilebilme imkânı tanınarak atılmıştır.
Doktrinsel anlamda kural olarak sular, genel sular ve özel sular olarak
ikiye ayrılmaktadır. Bu manada genel sular, kamunun yararlanımı ve kullanımına
ayrılmış olan, kamu hukuku rejimine tabi sular iken; özel sular, bireyin
tasarruf hakkına sahip olduğu, özel mülkiyete konu olan ve özel hukuk rejimine
tabi olan sular olarak tanımlanabilir.
Genel sular,
sular, denizler, nehirler, akarsular ve yeraltı
sularıdır.
Genel sular TMK. m. 715’e göre “Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler,
dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve buralardan çıkan
kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu
olamaz.” şeklinde hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeye göre genel sular
üzerinde özel mülkiyet söz konusu olamayacağı gibi, zamanaşımı yoluyla
kazanılması veya başkaca bir yol ile üzerlerinde ayni hak iktisabı mümkün
değildir. Nitekim mevzuata göre genel sulardan herkes ihtiyacı oranında
yararlanma hakkına sahip olmakla birlikte bu hak üçüncü kişiler aleyhine genişletilemez.
Bir başka husus ise genel sulardan yararlanma hakkını konu alan
uyuşmazlıkları karara bağlarken Yargıtay, kadim hak ve öncelikli kullanım
hakkından söz ederek, herkesin kullanma hakkını başkalarının kadim ve öncelikli
yararlanma hakkını engellememek koşuluyla sınırlandırmıştır. Kadim hak, mahalli
bilirkişilerle ve şahitle ispat edilebilir.
Yargıtay’ın bu yaklaşımlarını gösteren kararlara örnek olarak; Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 23/10/1987 Tarih 4489 Esas ve 10414 Karar sayılı “O halde davacının öteden beri sulama suyu olarak yararlandığı çekişmesiz olan dere suyunun aktığı bir zamanda, uzman bilirkişi veya bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılarak, bu suyun debisinin ve tarafların suladıkları yerlerin oranları da ölçülerek ihtiyaçlarına yetip yetmeyeceğinin ve davalının açtığı kuyunun, dereden akan suyu etkileyip etkilemeyeceğinin, etkiliyorsa bunun derecesinin ve bu kuyunun kapatılması halinde suyun eski durumuna dönüp dönmeyeceğinin kesin olarak saptanması ve mümkün ve müsait bulunduğu takdirde anılan sudan taraflar ve varsa diğer kullananların nöbetleşe yararlandırılması için bir düzenleme yapılması hususu üzerinde durularak hasıl olacak sonuç üzerinden karar verilmesi gerekirken…” Kararında kadim hakkın varlığının, bir başkasının yararlanma hakkının sınırı olduğu hususundan bahsedilirken; Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 19/01/1988 Tarih 8349 Esas ve 841 Karar sayılı “…genel sudan yararlanmak için davacının mutlaka kadim bir kullanma hakkının bulunması da gerekmez.” denilerek genel sulardan yararlanma noktasında kadim hakkın mevcudiyetinin gerekli olmadığı hususu ifade edilmiştir.
Yeraltı sularına ilişkin TMK. m. 756/3’te “Yeraltı suları, kamu yararına ait
sulardandır. Arza malik olmak, onun altındaki yeraltı sularına da malik olmak
sonucunu doğurmaz.” yer alan düzenleme ile arazi sahibinin mülkiyet
hakkının, yeraltı sularını kapsamayacağı belirtilmiştir.
Özel sular, içerisinden çıktığı taşınmazın madde itibariyle
muhtevası sayılan, malikin mülkiyetinde bulunan sulardır. Bu tür sular özel
mülkiyete konu olup, özel hukuk kurallarınca düzenlenirler. Kaynaklar ve
kaynaklar gibi kabul edilen sular bu tür sulardır. TMK. m. 756/1 hükmünde “Kaynaklar, arazinin bütünleyici parçası
olup, bunların mülkiyeti ancak kaynadıkları arazinin mülkiyeti ile birlikte
kazanılabilir.” şeklinde düzenlenerek kaynakların arazi malikinin
mülkiyetinde olduğu belirtilmiştir.
Yargıtay uygulamalarına göre, özel suların varlığından bahsedilebilmesi
için tapulu araziden çıkmış olması ve üzerinden çıktığı taşınmazın sınırlarını
aşmıyor olması gerekir. Bu özelliklere haiz sular, özel sudur.
Tapuda özel su olarak kaydedilen bir kaynak, mirasçılara da geçer.
Yargıtay 14. HD. T. 15.3.2013, E. 2013/1642, K. 2013/3821: “Dosya kapsamından
1590 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydında “Bu parsel içinde bulunan su
kaynağı Z. Ç.'a aittir” şerhi bulunduğu, Z. Ç.'ın davacının murisi olduğu anlaşılmıştır. 1590 parsel sayılı taşınmazdan çıkan su
davacının murisine ait özel su niteliğinde olduğundan davacının bu suya vaki el
atmanın önlenmesini isteme hakkı bulunduğunun kabulü gerekir.”
“Kaynaklar, arazinin bütünleyicisi parçası olup bunların mülkiyeti ancak kaynaklandıkları arazinin mülkiyeti ile birlikte kazanılabilir.” Bkz. 14. HD. T. 19.01.2009,E. 2008/14058, K. 2009/173
· Çevrenin Kasten veya Taksirle Kirletilmesi Durumunda Cezai Düzenleme
Madde 181
(1) İlgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Atık veya artıkları izinsiz
olarak ülkeye sokan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3) Atık veya
artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi halinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza iki katı kadar artırılır.
(4) Bir ve ikinci fıkralarda
tanımlanan fiillerin, insan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların
ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin
doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık
veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi halinde, beş yıldan az olmamak üzere
hapis cezasına ve bin güne kadar adlî
para cezasına hükmolunur.
(5) Bu maddenin iki, üç ve
dördüncü fıkrasındaki fiillerden dolayı tüzel kişiler hakkında bunlara özgü
güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
Madde 182
(1) Çevreye zarar verecek
şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesine taksirle
neden olan kişi, adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu atık veya artıkların,
toprakta, suda veya havada kalıcı etki bırakması halinde, iki aydan bir yıla
kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) İnsan veya hayvanlar
açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin
körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden
olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıkların toprağa, suya veya
havaya taksirle verilmesine neden olan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
UYGAR HUKUKÇULAR PLATFORMU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.